Şubat 2025

Avrupa'nın İlk Uluslarötesi Kültür Başkenti

Şubat

SINIRLARIN ÖTESİNDE…

İ

kinci Dünya Savaşı sonrasında Paris Antlaşması ile çizilen sınırlar, pek çok Avrupa kentini derinden etkiledi. 1947'de İtalya ve Slovenya arasında ikiye bölünen Gorizia tarihinde ise şimdi yeni bir sayfa açılıyor: 2025 yılında Gorizia ve Nova Gorica, Avrupa'nın ilk uluslarötesi Kültür Başkenti olarak tarihe geçmeye hazırlanıyor.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Paris Antlaşması ile çizilen sınırlar, pek çok Avrupa kentini derinden etkiledi. 1947'de İtalya ve Slovenya arasında ikiye bölünen Gorizia tarihinde ise şimdi yeni bir sayfa açılıyor: 2025 yılında Gorizia ve Nova Gorica, Avrupa'nın ilk uluslarötesi Kültür Başkenti olarak tarihe geçmeye hazırlanıyor.

Şubat

İki şehrin kaderi, 2004 yılında Slovenya’nın Avrupa Birliği’ne katılmasıyla değişmeye başladı. Sınırların kalkmasıyla, nesiller boyunca birbirinden ayrı kalan iki topluluk arasında kültürel alışveriş yeniden mümkün hale geldi. GO!2025 projesi kapsamında gerçekleşecek bu birleşmeyle yıllık 250 bin olan turist sayısının 2-5 milyon arasında bir rakama ulaşması bekleniyor.

Şubat

Aslında bu iki şehir, karakteristik özellikleriyle birbirinden oldukça farklı: Ortaçağ’dan kalma Gorizia, görkemli bir kale ile taçlandırılmış, kaldırım taşlı sokakları ve canlı kafeleriyle dikkat çekerken, Nova Gorica tam bir modernist şehir planlamasının ürünü. Tito döneminin Yugoslavya’sının büyük ölçekli kentsel gelişim kapasitesini göstermek amacıyla tasarlanan Nova Gorica, beton mimarisi ve düzenli caddeleriyle öne çıkıyor. Yerel rehber Evelin Bizjak’ın BBC’ye verdiği röportajda aktardığı hikâye, bölgenin karmaşık tarihini çarpıcı bir şekilde özetliyor: “Büyükannem Avusturya-Macaristan’da doğdu. Babam İtalya Krallığı’nda doğdu. Ben Yugoslavya’da doğdum. Çocuklarım olsaydı, Slovenya’da doğacaklardı.”

Şubat

Sınırın çizildiği 1947’de, Müttefik güçler harita üzerine kurşun kalemle düz bir çizgi çekti ve askerlere bu çizgi boyunca boya yapmalarını emretti. Bu çizgi öyle keskin bir şekilde çizildi ki, tarlalardan ve hatta bazı evlerin içinden geçti. O dönemden kalma bir fotoğrafta, arka ayakları İtalya’da, ön ayakları Slovenya’da duran bir inek görülüyor.

Şubat

Günümüzde iki şehir idari olarak ayrı olsa da, pratikte neredeyse herkes hem Slovence hem İtalyanca konuşuyor ve insanlar sınırın hangi tarafında yaşayıp çalışacaklarını özgürce seçebiliyor. Transalpina Meydanı’nda (Piazza Transalpina) turistler, bir ayağı Slovenya’da diğer ayağı İtalya’da olacak şekilde fotoğraf çektiriyor. GO!2025 programı kapsamında meydan, yeraltı sanat galerisi ve amfitiyatro tarzı oturma alanlarıyla kültürel bir merkeze dönüştürülüyor.

Kostanjevica’daki 16. yüzyıldan kalma Fransiskan kilisesi, bölgenin zengin tarihinin bir başka örneği. Bourbon güllerinin ve kestane ağaçlarının süslediği tepedeki bu kilise, Fransa Kralı X. Charles Bourbon’un mezarına ev sahipliği yapıyor. Fransa’nın dışında gömülen tek Fransız kralı olan Charles’ın burada bulunması, bu uluslarötesi kentin benzersiz karakterini vurguluyor.

Bu benzersiz proje, açık sınırları kutlayan ve her iki taraftaki kültürleri bir araya getiren yapısıyla, ulusların nasıl daha iyi bağlantı kurabileceklerine ve işbirliği yapabileceklerine dair bir örnek proje olma niteliği taşıyor. Farklı dilleri ve politik sistemleri bir araya getiren bu deneyim, günümüz dünyası için ideal bir model oluşturacağa benziyor.